Hayatta
zamanı eskittikçe beni korkutan şeylerin sayısının azaldığına şahit oluyorum.
Eskiden çekindiğim, kızıp, üzüldüğüm şeylerin çoğunun gözlerinin içine
bakabiliyorum şimdi. Hayatın işleyiş mekanizmasını anlayıp, çözdükçe
bilinmezlik azalıyor. Bu da hayatımda cereyan eden pek çok olayın neden – sonuç
ilişkini görebilmeme, ona göre yorum geliştirmeme ve davranış biçimi
belirlememe neden oluyor. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama olumsuz duygular yıkıcı
oldukları kadar, mesaj vericiler de. Öyle ki kendinden haberdar olmak
isteyenler için, hayatta hala bazı şeyleri çözememiş olduğunu gösteren önemli rehberler
onlar. Tamamı aslında insanın korkularından doğuyor. Korkular ise bilinmeyen
koşulları kontrol altına alma içgüdüsünden, yani beden taşıyan genlerimizden,
milyonlarca yıllık evrimleşmenin hayvani güdülerinden, kısacası kimliğimizden
doğuyor.
Korkularımız
davranışlarımızda sadece korku olarak görünmeyebiliyor, bazen öfke, hırs,
kıskançlık, aç gözlülük, suçlama, üzüntü gibi ne kadar insanı olumsuz etkileyen
duygu varsa tamamına dönüşebiliyor. Bütün bu duygular korkunun elbiseleri gibi.
Dallı budaklı hepsi aslında ağacın ana gövdesi olan korkunun uzantıları. İnsan
eğer kendini bilmek ve bilgeliğini sınamak isterse, korkularından doğan olumsuz
duygu ve davranışlarına bakması yeterli. Özetle diyebilirim ki, bana
korkularını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.
İnsanın
bilgeliğe yaklaşması için, öncelikle gerçeğe inanması ve hayal ile gerçeği
birbirinden ayırabilmesi şart. Çünkü bilgelik, gerçek hayatı ve onun işleyiş
mekanizmasını görmek demektir. Hayata dair anlaşılması gereken en sabit gerçek
ve korkuların temeli, hatta en derini olan konu ise “ölüm”dür. Diyebilirim ki,
ölümü anlayıp, kabul etmedikçe hayatın gerçeğine milim yaklaşamazsınız. O kadar
tuhaf ki, hayat ancak ve ancak ölüm anlaşılınca berraklaşıyor. Kadim
bilgelerin, eski öğretilerin, felsefenin neticede dayandığı en derindeki son
kapı ölümdür. O kapıdan geçince (yani ölüm anlaşılıp, kabul edilince) en temel
korku kapının ardında bırakılıp, yola devam ediliyor. Devam edilen yolda artık
korkunun sınırlamadığı bir bakış açısı kazanıyorsunuz. Bir beden taşıdığınız
için elinizdeki sürenin sınırlarını ve elinizdeki malzemenin (bedensel, ruhsal
ve zihinsel sağlığınız ve yetenekleriniz) sınırlarını daha iyi görüp
kabulleniyorsunuz. Kendinize bir başkasıymış gibi objektif olarak bakabiliyor,
hayat yolunda elinizdeki malzemeyi ve elinizdeki süreyi bilerek
yürüyebiliyorsunuz. Emin olarak diyebilirim ki bu bir insanın yapabileceği en
akıllıca şeydir. O yüzden “ölmeden evvel ölünüz” sözleri sarf edilmiş ve
kulağımıza kadar gelmiş. Bunun daha iyi bir tanımı yok.
Ölüm
kadar önemli bir konu da insanın kimliğidir. İnsan fizik beden midir, ruh
mudur? Ruh denen metafizik kavram nedir ve nereye aittir? İnsanoğlunun kendi
gerçeğine susuzluğunu gidermesi için sorgulaması gereken en temel konular
bunlardır.
Ben
“Bilgenin Anahtarı” ve “Maya’nın Dünyası” diye iki tane kitap kaleme aldım. İlk
kitabım “Bilgenin Anahtarı” başına sadece dört-beş kez oturmamla ortaya çıktı. Eteklerime
taşları öyle doldurmuşum ki, bir defada hepsi dökülüverdi. Tüm birikimlerim,
derinleştirdiğim düşüncelerim ve en önemlisi halk arasına karışmış rehberlerden
biri tarafından öğrendiğim “Birlik İlkesi” diye adlandırabileceğim derin bir
felsefe öğretisini kaleme aldım. “Birlik ilkesi” sizin, benim ve tüm
varlıkların aynı gerçeğin bir parçası olduklarını savunuyor. Bu ilke insanın
kendine ve çevresine ne odluklarını bilerek bakmasını ve onların hiç birini
diğerinden ayırmadan kabul etmesini sağlıyor. Tüm varlıkları kendi doğalarıyla
tanıyıp, kabul edip, hayattaki yerlerini görüp anlamayı sağlıyor. İnsana evrensel
ve barışçıl bir bakış açısı kazandırıyor ve bilinmezlerini, korkularını
azaltıyor. İnsanın hayatla el sıkışarak, güvenle ilerlemesini sağlıyor. İlk
kitabım “Bilgenin Anahtarı” meraklı ve bilge iki karakterin birbirleriyle
yaptıkları diyaloglardan oluşuyor. Soru-cevap şeklinde hayatın farklı
konularını sorguluyorlar. Bu kitapta “Birli İlkesi” detaylıca anlatılıyor.
“Maya’nın
Dünyası” ise, kurgulu bir roman tarzında. Gerçekliğini sorgulayan ve hayata
olan bağını yitirmek üzere olan bir kadının tesadüfen “Bilgenin Anahtarı”
isimli kitabı bulmasıyla değişen bakış açısını ve yaşantısını anlatıyor.
“Maya’nın Dünyası”nı okuyup, kitabın mesajından etkilenebilecek bir okuyucu
mutlaka “Bilgenin Anahtarı”nı da okumak isteyecektir. Kitaplarım henüz
basılmadılar. Okuyucuların ne kadarının kitabın felsefesiyle ilgileneceklerini
henüz bilmiyorum ama sayı ne olursa olsun, amacım birilerine dokunabilmek. Çünkü
aslında okuyucunun kitaplardan öğreneceği şey, kendi öz gerçeğidir. Bu benim
yıllarca okuduğum her kitapta, ettiğim her sohbette izini sürdüğüm bir konu. Benim
gibi gerçeğe susamış birilerinin olabileceğini hayal etmek hiç de zor değil. Bu
kitapların arayıştaki insanlar (sayıları ne olursa olsun) için nimet gibi
kıymetli olacaklarını düşünüyorum.
Şu
aralar blog yazılarımın ve şiirlerimin dışında bir kitap daha yazmaktayım. “Ahretten
Mektup” isimli deneme kitabımın konusu da adı gibi, öteki tarafa geçmiş bir
insanın oradaki mana dünyasını ve buradaki fizik dünyayı değerlendirmesi
üzerine kurulu. “Ahretten Mektup” ölüm sonrası yaşam hakkındaki hayali düşünceleri
yok edip, gerçekçi fikirleri olgunlaştırmayı hedefliyor. Cennetin ve cehennemin
katları, melek ve şeytan kavramları üzerindeki sis perdelerini dağıtmayı
planlıyor. Umarım ilginizi çekecektir.
Blog
sayfamda sık sık kitaplarımın içinden pasajlar yayınlamayı planlıyorum. Her
türlü görüş ve sorularınızı merakla bekliyor olacağım.
Demet
Yıldırım Durmuş
Aklına ve eline sağlık sevgili arkadaşım. Bu özel ve güzel eserlerin bizim şansımız. Hilal.
YanıtlaSil