26 Ocak 2015 Pazartesi

Bir Yolculuk Öyküsü

“Kutsalım benim.” Böyle seslenirdi bana Ömer amca. Beni sevdiğini zaten bilirdim de böyle seslenince sevgisini daha bir derin hissederdim. Beni çok sevdiğinden öyle dediğini sanırdım eskiden. Sadece sevdiğinden değilmiş meğer. Artık biliyorum, anlattı bana Ömer amca.

Dünya güzeli toprak anam ile şanı büyük yağmur babam uzun süre hasret kalmışlar birbirlerine. Böyle başlamıştı anlatmaya Ömer amcam. Anam hasretinden kavrulduğu, kara yüzünün çatladığı bir gün çıkagelmiş babam. Öyle bir aşkla kucaklaşmışlar ki, sevinç çığlıklarından dünya titremiş. Sonra ben gün ışığına gözlerimi açmışım. Ömer amca her anını izlemiş dünyaya gelişimin. “Çok güzeldin…” derdi bana. “Minicik yeşil kollarınla tüm göğe sarılır gibiydin.”

Ömer amcamın kolları, yüzü, elleri anamın rengine benzer. O kocaman kara elinin ak avucunun içindeymişim ilkin. Küçücük bir altın taneciği gibiymişim. İçinde büyük sırlar saklayan küçücük bir tohummuşum. Kutsallığım küçük bedenimde gizliymiş o zamanlar. Onu açığa çıkarma vaktini sabırla beklemiş Ömer amca. Babamın gelişini, benim büyüyüşümü de sabırla beklediği gibi.

Anamla babamın aşkından dünyaya gelen bir tek ben değilmişim meğer. Nice yavruları varmış. Hepsi farklı farklıymış, büyük küçük, renk renkmiş. Kimisi pembe olurmuş, sulu sulu. Kimisi mor olurmuş, salkım salkım. Kimisi sarı olurmuş bir koçanda sıra sıra. Hepsi de kutsalmış ama “Sen başkasın…” derdi Ömer amca. “Sen en kutsal olansın.”

İnsanların öyküsünü benim öyküme benzetirdi Ömer amca. “Küçük insanların da başları senin küçüklüğündeki gibi dimdik durur.” derdi. “Ne zaman başlarının içi dolar, senin gibi ağırlaşıp başlarını eğerler onlar da…” Olgun insanın da tadına doyulmazmış tıpkı benim gibi. Benim yeterince olgunlaştığıma karar verince Ömer amcanın benim yolculuk zamanımın geldiğini müjdeleyişini dün gibi hatırlarım. Kim olduğumu anlattığı o günü hiç unutamam.

Onun kara gözlerinin içindeki sevinç pırıltısı olmasaydı yapamazdım. Un ufak ezileceğimi, kimi ellerde yoğrulacağımı, ateşte pişeceğimi ilk duyduğumda dehşete düşmüştüm. Tüm bu eziyetleri çekeceğime hep avucundaki tohum olarak kalmayı arzulamıştım. İsyan edip, bağırmak istemiştim. Onun kara gözlerindeki sevinci görmesem, Ömer amcayı bu kadar çok sevmesem belki de inanmazdım bütün bunlara değer olacağına. “Hayat,” demişti Ömer amca, “uğrunda yok olunan bir aşktır.” “Bu aşkın devamlılığı bizim dönüşmemize bağlıdır.”

Çok ağladım Ömer amcadan ayrılırken. Çok ağladım, değirmen taşında ağır ağır ezilirken. Çok ağladım vura vura yoğrulurken. Çok ağladım kızıl alevlere atılırken. Aslında hiç canım yanmamıştı ama korkumdan ağlamıştım. Eskisi gibi olamayacaktım bir daha asla. Ömer amcayı bir daha hiç göremeyecektim. Hepsine çok ağladım ama sonra anladıkça sebebini sevinçten ağlamaya başladım. Neye dönüşeceğimi biliyordum ya, değerdi tüm bunlara. Hatta fazlasına bile değerdi. Hayatın sımsıcak kollarında hepsine değerdi.

Önce beni bir kâğıda sardılar. Ömer amcadan çok farklı giysiler giymiş bir amcaya verdiler. O amca evine götürdü beni. Evdeki hanım soğuk parlak bir şeyle beni parçalara ayırırken çok korktum ama hiç canım yanmadı. Ayrılan her parçamda kendi benliğimi hissedebildiğimi fark edince rahatladım. Beni masada oturup gevezelik eden iki tane çocuğun önüne getirdi. Küçük olanı beni görünce çok sevindi. Büyüğü için aynı şeyi söyleyemem. Ufaklık beni sevinçle yutarken, o küskün suratlı çocuk burnunu kıvırıp elinin tersiyle itekledi beni.

Beni yutan çocuğun bedenine girdiğimi hissettim. Çok tuhaf karanlık küçük bedenin içinde dolaşırken hiçbir şey göremesem de nerede olduğumu ve niye olduğumu gayet iyi biliyordum. Dönüşmek için oradaydım. Karanlık bedenin içinde ilerledikçe parçalandım. Parçalanıp ufalırken, küçük hatta görünmez parçalara ayrılırken her zerrem olan bitenin farkındaydı. Bu yaşadığım şeyi keşke birilerine anlatabilseydim diye düşündüm. Gördüğüm düşlerimi Ömer amcama istediğim gibi anlatamadığım anlardaki gibi, yaşadığım dönüşümü de istediğim gibi tarif edememe kaygısı geçti içimden. Tuhaf ama o çocuğun damarlarında dolaşırken asıl büyük yolculuğun yeni başladığından adım gibi emindim. Dev bir çağlayana dönüşmüş haz duygusu tüm benliğimi titretiyordu. Bütün yaşadıklarım, ta en başından beri sadece bunun içindi. Mutluluktan kendimden geçercesine her zerremi dönüşümün kollarına teslim ettim. Hücrelerin içinde başıma gelenler inanılmazdı. Her zerrem müthiş başka şeylere dönüşüyordu. Dönüştükçe mutluluğum artıyor, sevincim benliğimden taşıyordu.  Ömer amcamın dediği “uğruna yok olunan aşk” bu olmalıydı. Taneciklerim birer birer hayat denen aşkın kendisine dönüşüyorlardı. Aşk da benim gibi zerreler halindeydi. Bu bir mucize olmalıydı.

Sadece dakikalar içinde düşünce oldum. Düşünceyi daha önce hiç görmedim, hatta görülür mü onu bile bilmiyorum ama artık kendisi oldum. Daha önce görüp, duymadığım pek çok şeyin ne olduklarını biliyordum. Önsezi gibi bir şeydi bu. Parlak bir ışık gibi bir nörondan diğerine sıçradım. Bir zincir gibi sıçramalarım devam etti. Denizdeki dalga gibi beynin içinde yayıldım. Aynı anda başka yerde tırnak, başka bir yerdeyse kulak olmaktaydım. Bana olanlara hayret etmemem, hayran olmamam mümkün değildi. Daha sonra öyle bir şeye dönüştüm ki bu kadarını hayal bile edemezdim. Çocuğun dudaklarının arasından titreyerek yayıldığımda kendi kendime inanamadım. Bedenim artık yoktu ama kulak olan yanım titreşerek yayılan beni işitti. Bu yepyeni beni sadece dönüştüğüm çocuk kulağı değil, diğer kulaklar da işittiler. İşittikleri andan itibaren kalplerinde yumuşama oldu ve ben bunu hissettim. Onların da beyinlerinde yeni hareketler tetiklendi. Bu hareketlenmeyi de hissettim. Sanki hava gibi tüm evrene yayılıyordum. Bu kesinlikle mucize olmalıydı, çünkü ben her yerdeydim.

Hanım kalan parçalarımı bir kâğıda sararken küskün suratlı çocuğa “Arkandan ağlayacaklar!” diye seslendi. Gerçekten de ağlayacak gibiydim. Hiçbir parçamın geride kalmasını istemiyordum. Zerrelerimin tamamını dönüşüme teslim etmek arzusuyla yanıp tutuşuyordum. Hanım beni kâğıda sarılı halde sokaktaki bir tenekenin yanına bıraktı. Orada öylece kalakaldım. Bekleyişimin ne kadar süreceği hakkında hiç fikrim yoktu. Hava karanlıktı ama içim daha da karanlıktı. Yaşadıklarımdan sonra artık bu halde unutulmak fikrine dayanamazdım.  Ömer amcama isyan ettiğim günler şimdi çok uzakta kalmıştı. Bu halde sonsuza kadar bekleyebileceğimi düşündükçe dehşete kapılıyordum. Ya keşke hiç aşkı bilmeseydim, ya da tüm benliğim aşka dönüşseydi. Keşke hiçbir parçam kalmasaydı.  Geçen her dakika azap gibi geliyordu bana. Yalvarsam sesimi işitecek kimseler yoktu. Zaten galiba Ömer amcam da beni işitmiyordu. Şimdi fark ediyorum da ben ona düşlerimi anlattığımda yorum yapmazdı hiç.

“Kimse yok muuu?”

“Beni gören, duyan kimse yok muuuuu?” 

Uzaklardan bir yerden ayak sesleri duyar gibi oldum. Dikkat kesilip sesleri dinledim. Ses bana doğru yaklaşıyordu. Epey yaklaştıktan sonra ortalık yeniden sessizliğe büründü. Karanlıktan pek göremedim ama galiba bir çift yırtık ayakkabı yanı başımda duruyordu. Beni fark edip etmediğinden emin değildim. Beni gördüğü için durmuş olmasını umuyordum. İçimden dualar ederken, karanlığın içine yükselen çınara benzeyen dev cüssesini gördüm. Üzerinde yırtık, kirli bir hırka vardı. Bana eğildiğini hissettiğimdeyse kalın, kirli parmaklarını gördüm. Beni nasırlı avucuna aldığında karanlıkta gözleri ışık gibi parladı. O benim de aynı duygulara boğulduğumu hissetmedi ama sevinçten deliye dönmüştüm. Sanki dualarımı duymuşçasına, bu işkenceme son vermek istercesine birazımı oracıkta yiyiverdi. Dev gibi bedeninin içine girer girmez nasıl gevşediğimi, kendimi nasıl bıraktığımı bilmiyorum. İhtiyarın midesine uzun zamandır benden başka bir şeyin girmediği belliydi. Kendimden geçmiş bir halde dönüşümün içine aktım. Hasretine dayanamadığım sevgiliye kavuşmuş olmanın sarhoşluğu içindeydim. Aşkın kollarında nelere dönüştüğümü ben bile sayamıyorum şimdi.

İhtiyar kalan birazımı yanında götürdü. Bir süre karanlıkta dolaştık beraberce. Sonra yaşadığını zannettiğim bir yere geldik. Bu yerde üst üste yığılmış bir dolu şey vardı. Bilmediğim o nesnelerin aralarından aniden bir köpek çıkageldi. İhtiyar köpeğin başını okşadı bir süre. Köpek güzel mırıltılar, sevecen hırıltılar çıkardı. Sonra kalan birazımı da köpeğe yedirdi. Yeni girdiğim bu bedende öylesine büyük bir sevgiye dönüştüm ki, köpeklerin böyle bir sevgiyi taşıyabilecekleri hiç aklıma gelmezdi. Belki de dönüştüğüm en büyük sevgiydi.

İhtiyar köpeğe beni verirken ufak parçalarımı yere düşürdü. Yolculuğumun başından bu yana epey ufalmıştım ama dönüştüğüm şeyler öyle büyüktü ki, önceki halimle kıyaslanamazdı bile. Son parçacıklarımla da yok olma arzusuyla bir süre kıvrandığımı hatırlıyorum. Gece yarısı çıkan rüzgârla epey savrulduğumu da. Gökyüzü karanlıktan aydınlığa kavuştuğunda epey dağılmıştım. Fakat her zerrem benliğiyle tastamam her şeyin farkındaydı. Birden onu gördüm. Hoplaya hoplaya yaklaştı, yanı başımda durdu. Bir süre sonra dönüşeceğim şeyin bir gaga, dahası o gagadan dökülen şarkı olacağımı henüz bilmiyordum.  Öğrenmem uzun sürmedi. Birazımı da yutmadan gagasında tuttu. Beni havalarda uçurdu. Aman tanrım nasıl heyecanlandım anlatamam. Yükseldikçe gördüklerime inanamadım. Rengârenk bir sürü şey boylu boyunca aşağılarda bir yerdeydiler ve sanki hepsi de bana gülümsüyor gibiydiler. Ömer amcanın bahsettiği hayat bu olmalıydı ve ben hepsine dönüşmek arzusuyla yanıp tutuşuyordum. Hepsinin içine nüfuz etmeyi, hepsine dâhil olmayı hayal ettikçe gördüğüm renkli şeyler çoğalıyordu. Renkler çoğaldıkça başım daha da çok dönüyordu. O an anladım ki, Ömer amca başından beri her şeyi iyi biliyordu. Bana dönüşeceğim şeyleri anlatırken gözleri bu yüzden parıldıyordu demek ki. Bu yüzden o kadar sevinçliydi. Bu yüzden beni çok seviyordu. Bu yüzden “kutsalım” diyordu. Artık kendim görebiliyordum. Ben sarhoş gibi bunları düşünürken, henüz daha doyamamışken birden gökteki yolculuğumuz bitti. Oysa bir haftaya kalmadan tekrar havalanacağımdan habersizdim. Bir ağacın girintisine girdik. Orda minicik pembe gagalar gördüm. Henüz güçlenmemiş küçük kanatlar gördüm. Neşem tekrar yerine geldi. Biliyordum ki daha yolculuk bitmemişti.

“Hayat,” demişti Ömer amca, “uğrunda yok olunan bir aşktır.” “Bu aşkın devamlılığı bizim dönüşmemize bağlıdır.”

Benim yokluğum hayatın sonu olurmuş şimdi görüyorum. Artık biliyorum Ömer amca duy beni. Küçük bir kızın gülümsemesinde yaşıyorum. Yaşlı bir teyzenin dizlerinde, karıncaların içgüdülerinde, bir annenin sütünde, bir serçenin yüreğinde…

Ah Ömer amca bir bilsen ben nerelerdeyim.

Bir görsen aşkla nasıl yandığımı.

Bir kadın yerde bir ekmek bulup öpüp yüksek yere koymuşsa tam oradayım Ömer amca.

Bil ki tam oradayım.

Artık hayatın kendisi oldum Ömer amca.

Ben artık aşkın kendisi oldum.

Ben artık kutsal oldum Ömer amca.

Ben artık kutsal oldum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder