27 Aralık 2014 Cumartesi

KÜRESELLİK

Küresellik diye bize yutturulan şeyin farkındayız. Hepimizin hızla eski anam babam, hatta ninem dedem kültürünü hor görüp, Amerikanvari hayata, kıyafete, ev dekorasyonuna, yemeğine, ilişki tarzına, aile yaşantısına büyük bir hızla (hem de fark etmeden) kaydırıldığımızın farkındayız (en azından ben ve benim gibi düşünenler). Efendim küçük Amerika olalım ki, onların mallarını tüketelim ve büyük sermaye grupları, dünya ekonomisini ellerinde bulunduranlar bize ürünlerini pazarlayabilsinler. Bunun için her aile bireyselleştirilmeli ki, geniş aileler dağılsın, evler ayrılsın; gelsin o evlere yeni buzdolapları, televizyonlar, bireysel arabalar ve daha neler neler. Aslında ben her bireyin bireysel özgürlüğünü sonuna kadar savunan birisiyim ama bireysel özgürlük başka, toplumun geleneksel kültürü bambaşka bir hadise. En büyük sıkıntımız da bu ikisini güzel ayıramamak zaten.

Değerli okuyucular, bireysel olarak kendinizi keşfediniz. Ne olduğunuzu tanıyınız ve hayata ne verebileceğinizi (hayattan ne alacağınızı demiyorum, tam tersi ne verebileceğinizi) keşfediniz ki, mutlu insanlar olunuz, böylelikle dünya üzerinde yaşayan diğer insanları da mutlu edebilesiniz ve unutmayın almak değil vermektir esas insanı mutlu eden. Kimsenin kimseyi sömürmeye, onun geleceğini, umut ve hayallerini avuçlarının içine almaya hakkı yok bu dünyada! Yaratan kudretin avucunda her can eşittir, hürdür ve yaratıcı kudrete inanan her din bunu savunmuyorsa art niyetlidir. Bu nedenle, kendinizi keşfedecek tüm engelleri ortadan kaldırmaya adayın kendinizi, bu dininiz bile olsa. Mutlaka sorgulayın. Hürriyetin bedeli ne yazık ki ağırdır. Uğrunda savaşacak kadar yürek ortaya koymayı gerektirir (hısım akraba tarihinizden, dünya tarihine kadar tüm tarih bilgisi bu bedellerle dolup taşıyor). Fakat hürriyeti elinden alınmış insanın evrimleşmesi bir hayvana kadar geri gitmiş demektir. İlk Homo Sapiens ortaya çıkana kadar geriye, milyonlarca yıl geriye gitmiş yani. Bu anlamdaki bencillikle sonuna kadar bireyselleşin. Bu küreselcilerin bize yutturduğu bireysellikle tam ters anlamdadır. İkisi kesinlikle birbirine karıştırılmamalıdır.

Gelelim toplumların geleneksel kültürüne. Kültür, bir buzdolabının keşfedilip, üretilip, pazarlanmasından çok daha eskiye uzanan köklere sahiptir. Binlerce yıllık bir mirastır ve her kültür endemik bitki gibi kendi alanında korunmalıdır. Doğa bilimcileri bitki çeşitliliğinin önemini iyi bilirler, onları korumak adına yerel bazı bitkilerin başka coğrafyalara taşınmasına sıcak bakmazlar. İnsanların kendi nesillerine aktardıkları kültür de dünya zenginliği bakımından böyle önemlidir. Ülkeler, coğrafyalarındaki azınlıklara bu sebeple gözleri gibi bakmalıdırlar. Zira böyle bir tutumla bütün halk bireyleri mutlu olacağından ülkede barış ve huzur kolay kolay elden gitmez ve kültürü mirası rahat korunur. Fakat kültür çoğunlukla çağa ayak uydurmaz. Burada genç nesillere çok görev düşüyor. Kendi kültürlerini yeniçağa adapte edecekler onlardır. Fakat bunu yaparken olumsuz birikimleri bırakıp, olumluları öteye taşımak ve adapte etmek esas olmalıdır, yoksa kan davaları da bitmez, çocuk evlilikleri de.

Küresellik dev patronların yutturduğuna göre, dünyanın her yerinde İngilizce konuşmak, kot giymek, hamburger yiyebilmek demektir. Gerçek küresel insan, gittiği yerlerde bunları değil, yerel kültürün yansımalarını arar; yemekte, giyimde, sokakta, her yerde. Ortak dil İngilizce’yi bilmek güzel bir şey. Hele bilgisayar dili de İngilizce olunca öğrenmek gerekli muhakkak. Fakat yabancı dili öğrenirken, ana dilinden vazgeçmek veya onu yozlaştırmak bambaşka bir boyut. Bunu güzel ayırmak gerekir diye düşünüyorum, çünkü ana dilini kaybeden kimliğini kaybeder. Canlılarda türlerin yok oluşları da tamamen bu çarpışmanın ürünüdür. Baskın olan ve adaptasyon becerisi yüksek olan kazanır, diğeri yok olur.

Uçuş hostesi olarak görev yaptığım yıllarda yabancı ülkelerde konakladığımızda ekip arkadaşlarımın çoğunun yiyeceklerini yanlarında getirdiklerine şahit olurdum. Oysa küresel insan farklı gelenekleri, çeşitlilikteki zenginliği görebilmeyi ister. Bu güzelliği bildiğinden kendi geleneğine de sahip çıkar. Cumbalı evlerini yakıp, yıkıp yerine rezidıns (residence) dikmez mesela. Cumbalıyı koruyup, süsler ki beğenilsin.

Benim küreselliğe ilk adımımı ortaokuldayken yazıştığım Japon mektup arkadaşım sayesinde atıım. Onun gönderdiği mektup ve hediyeleri hala saklarım. Öyle güzel bir kültür alış verişimiz vardı ki, sayemde nazar boncuğuna ve Aşkın Nur Yengi şarkılarına tutkusu olmuştu. Hatta şarkı nakaratlarını ezberlemişti anlamlarını bilmese de. Benim de onun sayesinde yemek çubuklarım (hashi) ve bol bol origamilerim olmuştu. Kâğıttan tek seferde katlayarak öyle çok şeyler yaparlar ki, aklınız durur. Kâğıdı sadece katlayarak kelebek, hatta cüzdan bile yapabilen bir kültürleri var. Kâğıttan turna kuşlarının da Japonlar için özel anlamı ve ayrı bir öyküsü var ama belki onu başka zaman anlatırım. Yeni bir kültürü çocukken keşfetmek müthiş bir coşkuydu benim için.


Seneler sonra Kyoto’da Japon mektup arkadaşım “Kayoko” ile buluşup Japon yemeği yemiştik. İki kız kardeş gibi sarıldık, yazıştığımız anılarımızı hatırlattık birbirimize. Yerde oturduğumuz geleneksel restoranda, kimonolu servis elemanlarının arasında konuşmak, birbirimizin mutlu olduğunu görmek çok mutlu etmişti bizi. İkimiz de gerçek küreseldik.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder