Küresellik diye bize
yutturulan şeyin farkındayız. Hepimizin hızla eski anam babam, hatta ninem
dedem kültürünü hor görüp, Amerikanvari hayata, kıyafete, ev dekorasyonuna, yemeğine,
ilişki tarzına, aile yaşantısına büyük bir hızla (hem de fark etmeden)
kaydırıldığımızın farkındayız (en azından ben ve benim gibi düşünenler).
Efendim küçük Amerika olalım ki, onların mallarını tüketelim ve büyük sermaye
grupları, dünya ekonomisini ellerinde bulunduranlar bize ürünlerini
pazarlayabilsinler. Bunun için her aile bireyselleştirilmeli ki, geniş aileler
dağılsın, evler ayrılsın; gelsin o evlere yeni buzdolapları, televizyonlar,
bireysel arabalar ve daha neler neler. Aslında ben her bireyin bireysel özgürlüğünü
sonuna kadar savunan birisiyim ama bireysel özgürlük başka, toplumun geleneksel
kültürü bambaşka bir hadise. En büyük sıkıntımız da bu ikisini güzel ayıramamak
zaten.
Değerli okuyucular,
bireysel olarak kendinizi keşfediniz. Ne olduğunuzu tanıyınız ve hayata ne
verebileceğinizi (hayattan ne alacağınızı demiyorum, tam tersi ne verebileceğinizi)
keşfediniz ki, mutlu insanlar olunuz, böylelikle dünya üzerinde yaşayan diğer
insanları da mutlu edebilesiniz ve unutmayın almak değil vermektir esas insanı
mutlu eden. Kimsenin kimseyi sömürmeye, onun geleceğini, umut ve hayallerini
avuçlarının içine almaya hakkı yok bu dünyada! Yaratan kudretin avucunda her
can eşittir, hürdür ve yaratıcı kudrete inanan her din bunu savunmuyorsa art
niyetlidir. Bu nedenle, kendinizi keşfedecek tüm engelleri ortadan kaldırmaya
adayın kendinizi, bu dininiz bile olsa. Mutlaka sorgulayın. Hürriyetin bedeli
ne yazık ki ağırdır. Uğrunda savaşacak kadar yürek ortaya koymayı gerektirir (hısım
akraba tarihinizden, dünya tarihine kadar tüm tarih bilgisi bu bedellerle dolup
taşıyor). Fakat hürriyeti elinden alınmış insanın evrimleşmesi bir hayvana
kadar geri gitmiş demektir. İlk Homo Sapiens ortaya çıkana kadar geriye, milyonlarca
yıl geriye gitmiş yani. Bu anlamdaki bencillikle sonuna kadar bireyselleşin. Bu
küreselcilerin bize yutturduğu bireysellikle tam ters anlamdadır. İkisi kesinlikle
birbirine karıştırılmamalıdır.
Gelelim toplumların
geleneksel kültürüne. Kültür, bir buzdolabının keşfedilip, üretilip,
pazarlanmasından çok daha eskiye uzanan köklere sahiptir. Binlerce yıllık bir
mirastır ve her kültür endemik bitki gibi kendi alanında korunmalıdır. Doğa
bilimcileri bitki çeşitliliğinin önemini iyi bilirler, onları korumak adına yerel
bazı bitkilerin başka coğrafyalara taşınmasına sıcak bakmazlar. İnsanların kendi
nesillerine aktardıkları kültür de dünya zenginliği bakımından böyle önemlidir.
Ülkeler, coğrafyalarındaki azınlıklara bu sebeple gözleri gibi bakmalıdırlar.
Zira böyle bir tutumla bütün halk bireyleri mutlu olacağından ülkede barış ve huzur
kolay kolay elden gitmez ve kültürü mirası rahat korunur. Fakat kültür
çoğunlukla çağa ayak uydurmaz. Burada genç nesillere çok görev düşüyor. Kendi
kültürlerini yeniçağa adapte edecekler onlardır. Fakat bunu yaparken olumsuz
birikimleri bırakıp, olumluları öteye taşımak ve adapte etmek esas olmalıdır,
yoksa kan davaları da bitmez, çocuk evlilikleri de.
Küresellik dev
patronların yutturduğuna göre, dünyanın her yerinde İngilizce konuşmak, kot
giymek, hamburger yiyebilmek demektir. Gerçek küresel insan, gittiği yerlerde
bunları değil, yerel kültürün yansımalarını arar; yemekte, giyimde, sokakta,
her yerde. Ortak dil İngilizce’yi bilmek güzel bir şey. Hele bilgisayar dili de
İngilizce olunca öğrenmek gerekli muhakkak. Fakat yabancı dili öğrenirken, ana
dilinden vazgeçmek veya onu yozlaştırmak bambaşka bir boyut. Bunu güzel ayırmak
gerekir diye düşünüyorum, çünkü ana dilini kaybeden kimliğini kaybeder. Canlılarda
türlerin yok oluşları da tamamen bu çarpışmanın ürünüdür. Baskın olan ve
adaptasyon becerisi yüksek olan kazanır, diğeri yok olur.
Uçuş hostesi olarak
görev yaptığım yıllarda yabancı ülkelerde konakladığımızda ekip arkadaşlarımın
çoğunun yiyeceklerini yanlarında getirdiklerine şahit olurdum. Oysa küresel
insan farklı gelenekleri, çeşitlilikteki zenginliği görebilmeyi ister. Bu
güzelliği bildiğinden kendi geleneğine de sahip çıkar. Cumbalı evlerini yakıp,
yıkıp yerine rezidıns (residence) dikmez mesela. Cumbalıyı koruyup, süsler ki
beğenilsin.
Benim küreselliğe ilk
adımımı ortaokuldayken yazıştığım Japon mektup arkadaşım sayesinde atıım. Onun
gönderdiği mektup ve hediyeleri hala saklarım. Öyle güzel bir kültür alış
verişimiz vardı ki, sayemde nazar boncuğuna ve Aşkın Nur Yengi şarkılarına tutkusu
olmuştu. Hatta şarkı nakaratlarını ezberlemişti anlamlarını bilmese de. Benim
de onun sayesinde yemek çubuklarım (hashi) ve bol bol origamilerim olmuştu. Kâğıttan
tek seferde katlayarak öyle çok şeyler yaparlar ki, aklınız durur. Kâğıdı
sadece katlayarak kelebek, hatta cüzdan bile yapabilen bir kültürleri var. Kâğıttan
turna kuşlarının da Japonlar için özel anlamı ve ayrı bir öyküsü var ama belki
onu başka zaman anlatırım. Yeni bir kültürü çocukken keşfetmek müthiş bir
coşkuydu benim için.
Seneler sonra Kyoto’da
Japon mektup arkadaşım “Kayoko” ile buluşup Japon yemeği yemiştik. İki kız
kardeş gibi sarıldık, yazıştığımız anılarımızı hatırlattık birbirimize. Yerde
oturduğumuz geleneksel restoranda, kimonolu servis elemanlarının arasında konuşmak,
birbirimizin mutlu olduğunu görmek çok mutlu etmişti bizi. İkimiz de gerçek
küreseldik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder