25 Mart 2015 Çarşamba

Sahibini Bekleyen Mektuplar (kesit)

"Neyse efendim gelelim zaman konusunda yorulan kafalara. Eğer zamanı kalp atış sayınızla, kolunuza taktığınız mekanizmanın akışıyla, adet görme sıklığınızla, üst üste yığdığınız yıl rakamlarıyla, yüzünüzdeki kırışıklıklarla, doğan çocukların uzayan boylarıyla ölçüyorsanız yanlış yerde aradığınızı söylemeliyim. Bana inanmıyor musunuz, öyleyse ahretten gelin bir bakın ne demek istediğimi anlarsınız. Sizin o “zaman” sandığınız şey, sizin bedenleriniz gibi gelip geçmeye mahkûm bir hayal. Yani kalıcı olmayan bir şey. Zamanı geçirirsiniz, son nefese kadar dakikaları, saniyeleri sayarsınız ama bir de bakmışsınız hiç yaşamamışsınız. Ölü doğum gibi bir hayat olmuş çıkmış. Yaşınız belki yüze ulaşmış, bedeniniz kırışmış, günler anılar birikmiş ama kalıcı olanı hiç görememişsiniz. “Beni göremezsin!” demiş hayat size.
Görevi kitap okumak olan bir çocuğa babası sayacı başlatsa, çocuk eğer o kitabı okumaya niyetliyse, o kitabı bitirdiğinde baba için sayaçtaki rakamların bir önemi yoktur. Ama çocuk her kime çektiyse ve okuduğunu anlamıyorsa veya aklı tam olup da okumaya hiç niyeti yoksa sayaç sürekli başlatılmak zorundadır. Baba sayısız defa sayacı başlatmak zorunda kalır, bu da çok zaman demektir. Ancak okuyup kitabın içine girdiğinde zamanı durdurmuştur çocuk. Kalıcı zamana ulaşmıştır.
Size akıp gidiyor gibi görünen zamanı durdurabileceğinizi söylemeye çalışıyorum. Sadece durdurduğunuz zamanlarda yaşayabilirsiniz diyorum. Akıp gidenlerde değil. Ne kadar çok durdurursanız, ömrünüz o kadar uzun olur diyorum. Bunun için Hintlilerin yaptığı gibi kan dolaşımını yavaşlatmak gerekmiyor. Bu da şu demek oluyor; ömür sanıldığı gibi rakamsal uzunluğuyla ölçülmüyor. Bu ölçü yanıltıcıdır. Ömür denen şeyin gözün görmediği bir derinlik boyutu var, benim bulunduğum tarafta bu ölçü kullanılıyor." (Sahibini Bekleyen Mektuplar)

1 yorum: