Devesiyle
birlikte çölde yürümekte olan bir bedevi güçlükle yürüyen, susuzluktan
dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Adam bedeviden su istemiş. Bedevi
devesinden inip su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye
atladığı gibi kaçmaya başlamış.
Bedevi arkasından bağırmış:
“Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!”
Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp, nedenini sormuş:
“Eğer anlatırsan,” demiş bedevi, “bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler.”
“Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!”
Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp, nedenini sormuş:
“Eğer anlatırsan,” demiş bedevi, “bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler.”
Bu
hikâye nereden aklıma geldi. Anlatayım efendim. Geçenlerde bir arkadaşımla
yolum Mersin’in Mut ilçesine düştü. İşimiz olduğu için gittiğimiz bu memleketten
daha önce yolcu olarak gelip geçmişliğim vardı ama memleketlisiyle hiç kelam
etmemiştim. Aslında memleketlisi nasıl insanlardır diye merak ettiğimi de
hatırlamıyorum. Bu defa yaşadığım bir olayla onları bir daha hiç unutmayacağımı
anladım.
Arkadaşımla
işimizi halletmeden önce acil tuvalet ihtiyacı hissettiğimiz için Mut’un ana
yolu üzerindeki (ah ismini keşke aklıma yazsaydım) temiz görünümlü bir
lokantaya girdik. Biz lokantada yiyip içmememize rağmen tuvaletlerini kullanmak
için izin istediğimizde homurtuyla karşılık vermelerini beklerken, tam tersi
nezaketle izin verdiler. Bizi şaşırttılar doğrusu. Hadi bu neyse, dahası bizi
yabancı yolcular olarak gördüklerinden olacak, birer Türk kahvesi pişirip
içirdiler. Biz hala art niyet beklentimizi elden bırakmadık. Acaba iki bayanız
diye mi yapılıyordu bu? Öyle ya mutlaka bir karşılık beklentisi olmalıydı. Az
sonra içeriden kahveyi pişiren bayan da çıkıp halimizi hatırımızı sorunca, art
niyet beklentisi toz bulutu olup gözden kayboldu. İçtiklerimizin ücretini
ödemek istediğimiz zaman ancak akrabanın yapacağı şeyi yapıp, kesinlikle para
almadılar. Düşünün lütfen, şehirlerarası bir yol üzerinde lokanta işletiliyor,
gelip geçen yabancılara üç liralık kahveyi dokuz liraya kazık eşliğinde sunmak
yerine, ücretsiz ikram etmeyi tercih ediyorlar. Niye ki? Mut’a bir daha gelme
ihtimalimiz bile yok. Eeee, niye o zaman? Cevap tabi ki de “insanlık için”
olmalı. Hani şu bizim ne olduğunu unuttuğumuz şey.
Yaptıkları
şey bizim için değil, kendi insanlıkları içindi. Art niyetli bizler onları
enayi filan zannederiz ama onların kazancının kasası bizim gözümüzün görmediği
yerde; gönüllerinde. İyilik karşılık beklemez. Tersinden söylersek, karşılık
beklenerek yapılan şey iyilik değildir. Biz bu güzel kültürü ne zaman yitirdik
yahu? Ne zaman insanları insan gibi değil de yamyam gibi görmeye başladık. Memlekette
hala kültür denen şey yaşıyormuş. Bir dağ başında bile olsa insan gibi insanla
karşılaşınca maden bulmuş gibi oluyor.
Bizi
uğurladılar ama benim bu insanlığı takdir etmem gerekliydi. Öyle ya, bu iyi
niyeti suiistimal edenler bu insanları küstürmeden takdir etmeliydim ki,
insanlık yaşamaya devam etsin. Arkadaşımla işimizi hallederken gözüm hep
yerlerdeydi. Çantamdan eksik etmediğim özel kalemimle uygun bulduğum bir taşa
nefis desenler çizecektim (öhöm, pöhöm, elimden böyle sanatsal işler gelir).
Desenlerin altına da “bereketiniz bol olsun!” yazacaktım ve lokantaya hediye
edecektim. Yaptım da. Hediyemi beğendiklerini görmek beni mutlu etti.
İşte
başımdan geçen bu olayla insanlığın ölmediğini anladım. Yaşasın, insanlık hala ölmedi.
Yaşıyor, bin yaşasın! Sizden ricam, bu olayı anlatın. Eğer anlatırsanız, bu
belki her yere yayılır ve insanlar birbirlerine yardım etmeyi ve insanlığı
tekrar kültür olarak benimserler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder