Tarihte
koşulların en ağır olduğu, en acıklı savaş öykülerinden birisidir Çanakkale.
Bir yanda yurdunu korumaya çalışan yoksul ve parçalanmak üzere olan bir halkın
evlatları, diğer yanda neden orada olduğunu, kime hizmet ettiğini bile
bilemeyen dünyanın en uzak köşelerinden savaşmaya gelmiş askerler. Kurtulmaya
çalışan halkın ordusunun başında bu savaşın nedenini, sonucunu görebilen,
yüreğinde evrensel sevgiyi taşıyan bir komutan. Çanakkale öyle bir öykü ki;
cephedekilerin yüreğinde memleket özlemi, memlekette bekleyenlerin bitmeyen hasreti.
Öyle bir savaş ki, bitmiyor, tükenmiyor
bir türlü.
Bu
acıklı öykünün dili olan gerçek mektuplardan birkaçı onu anlatmaya yetiyor.
Bir Ananın Kınalı
Kuzusu: Kınalı Hasan’ın Mektubu:
Çanakkale’nin köylerinden cepheye giden
Hasan’ın öyküsüdür bu. Hasan’ın saçının bir tarafı kınalanmıştır. Bunu gören
komutanı Hasan’a “ Hiç erkek kınalanır mı?” diye sorar. Hasan da cepheye
gelmeden anasını kınaladığını söyler. Komutan bunun nedenini annesine sormasını
söyleyince Hasan mektup yazar… “Anacığım, Kardeşlerimi askere gönderirken
başlarına kına yakma mahcup oldum. Zabit efendi bana sordu cevap veremedim.
Niye benim saçımı kınaladın? Kardeşlerim de cevap veremeyip mahcup olmasınlar. Oğlun Hasan.”
Annesinin Hasan’a Yazdığı Mektup:
“Ey gözümün nuru Hasan’ım, Köyümüzde
rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor. Sen
ecdadından, babandan aşağı kalamazsın… Ben, senin anan isem; beni ve seni Allah
yarattı, vatan büyüttü. Allah, bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği
iliklerinde duruyor. Sen bu ailenin seçilmiş bir kurbanısın… Hasan’ım söyle
zabit efendiye: Bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır. Ben de seni
evlatlarımın arasından vatana kurban adadım. Onun için saçını kınalamıştım…
El-hükmü billâh. Allah, seni İsmail Peygamber’in yolundan ayırmasın. Seni
melekler şimdiden rahmetle anacaktır. Gözlerinden öperim… Anan – Hatice.
Bu Hasan’ın son mektubudur. Annesinden
aldığı mektup ve tamamlayamadığı şiir öldüğünde üzerinde bulunacaktır. Şiir:
“Anam yakmış kınayı adak diye,
Ben de vatan için kurban doğmuşum.
Anamdan Allah’a son bir hediye,
Kumandanım ben İsmail doğmuşum.”
Bir Anzak Askerinin Çanakkale Savaşı
Sırasında Ailesine Yazdığı Mektup:
Sevgili ve bir zamanlar mutlu ailem,
Gelibolu cehenneminden hepinize merhaba! Bu
mektubu size yazmak niyetinde değildim. Aslında ben artık kimseyle konuşmak,
kimsenin yüzünü görmek istediğimden de emin değilim. Hem siz benim buraya
cehennem dediğime bakamayın burası hakikaten güzel bir yer. Üzerleri toz
toprakla örtülmeden önce zeytin ağaçlarının bolluğu, savaşa aldırmadan her
yanda pıtır pıtır açan kırmızı gelinciklerin neşesi, akşamları yarımadayı
kızıla boyayarak batan güneşin insanın içini acıtan güzelliği ve bir de
Gelibolu bülbülleri. Gelibolu’da hâlâ un ufak olmadan kalan küçük bir ruh
parçam mevcutsa bunu bülbüller sağlamıştır. Eğer o sırada bir Türk öldürmüyor
ya da Türkler tarafından öldürülmüyorsak, Gelibolu’nun muhteşem gurubunu
seyrediyoruz. Ege Denizi’nin içine gömülen güneşin biraz önce Pasifik
Okyanusu’ndan yükselerek Yeni Zelanda’daki ertesi günü aydınlattığını bilmek
insanın canını acıtıyor. Fakat bu acı hissi çok kısa sürüyor, sonra yeniden
katılaşıyorum.
Artık saatlerce hiçbir şey hissetmiyor ve
duymuyorum. Bu arada sadece bakıyor, saklanıyor, ateş ediyor, süngü takıyor,
düşman öldürüyor, bit ayıklıyor, yemek diye verdikleri kuru bisküvi, kraker,
kuru et parçalarını kemiriyor, zaman olursa yatıyor, çok ender olarak da
uyuyorum. Ben artık sadece bir Anzak askeriyim. Ne sevdiğim şarkılar, yemekler,
kokular ne de sevdiğim insanlar... Ben artık bir sayıyım. Yaşayan bir sayıyım.
Ölürsem o zaman da bir sayı olacağım. “Vatan uğruna kahramanca” ölmüş bir sayı.
Kahramanca ve vatan uğruna! Kahramanlık mı? Hadi ya. Kahramanlık zorla olmaz.
Vatana gelince... Burası Türklerin vatanı ve bu savaş bizim savaşımız değil.
Bizler İngilizlerin de söyledikleri gibi sadece ‘hevesli oğlan çocuklarıyız’.
Asıl kahraman olan Türkler. “Johnny Türk” dediğimiz Türkler vatanlarını
savunmak için bize karşı çok ağır şartlar altında direniyorlar ve kahramanca
ölen asıl onlar.
Geçen hafta ölüleri gömmek için karşılıklı
ateş kes ilan edildiğinde ilk defa Türkleri yakından ve canlıyken gördük.
Türkler bize anlatılan canavarlara benzemiyordu. Onlar da gözlerinde endişe ve
keder olan genç insanlardı. Onların da arkalarında bekleyen üzüntülü aileleri,
yaşlı anne-babaları, karıları belki de sevgileri vardı. Onlar da yaralanınca
acı çekiyor, onlar da gencecik hayallerini bırakıp ölüyorlar. Türkler de
insandı.
Bana sigara ikram eden iki Türk’e ben de
konserve et verdim, ama kabul etmediler. Bu sığır etidir dediysem de
inanmadılar. Aslında anlamadılar. O zaman ellerimle kafama boynuz yapıp öküz
gibi böğürdüm. Güldüler. Ben de güldüm. Orada savaş meydanında etrafımız askerlerin
cesetleriyle doluydu, biz düşmandık ve birbirimize gülüyorduk. Bana sigara
ikram eden Türklerden bir “sen no İngiliz” diye şaşırarak sordu. “Ben İngiliz
değilim” dedim. Sonra elini uzattı “ben Türk” dedi. Bana uzatılan eli tuttum.
Orada, Gelibolu’nun en kanlı savaşlarının yapıldığı o tepede, el sıkıştık. Ben
artık bu adamla nasıl düşman olabilirdim? Ben bu adamla neden düşman olmuştum
ki? Düşmanım o anda artık arkadaş Türk olmuştu. Ben bu savaşta ölmeyi
reddediyorum. Bu benim savaşım değil. Fakat yaşamak için de hiç isteğim
kalmadı. Tanrım günahlarımı affet. Hepinizi çok seviyorum.
Ebediyen sizin oğlunuz, Alistair John TAYLOR – Gelibolu
1915.
Atatürk’ün Anzak Analarına Mektubu:
Bu memleketin topraklarında kanlarını döken
İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar! Burada
dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler
Mehmetçik’lerle yan yana koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen
analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur
içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten
sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.
Mustafa Kemal.
Avustralyalı Bir Annenin Ata’ya
Cevaben Bir Mektubu:
Gelibolu toraklarında yitirdiğimiz evlatlarımızın
acısını âlicenap sözleriniz hafifletti. Gözyaşlarımız dindi.
Bir ana olarak bana bir güzelim teselli
bahşetti. Yavrularımızın sonsuz uykularında huzur içinde
dinlendiklerinden hiç kuşkumuz kalmadı. Majesteleri kabul buyururlarsa
bizler de kendilerine Ata demek istiyoruz. Çünkü yavrularımızın mezarları
başında söylediğiniz sözler ancak bir öz babanın sözleri gibi yüce ilahi.
Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan büyük
Ata’ya tüm analar adına şükran, sevgi, saygıyla…
Avustralyalı Bir Anne.