Uzun
zamandır zihnimde okuduğum kitapları değerlendiriyordum. Geçmişimde de
bugünümde de çok değerli kitaplar ellerimden geldi geçti. O değerli kitaplar
zihnimde ve yüreğimde iz bıraktılar. Bana en derin izi bırakan kitabı seçmek
istediğimde tartışmasız bir tek bir kitap zihnimde belirdi; “Kur’an-ı Kerim”. Bana
göre bu son kutsal kitabı okuduğum zaman benim için en doğru zamandı (zaman
zaman hala okuyorum ve bazı ayetleri tekrar tekrar düşünüyorum) ve çok sayıdaki
mealler arasından yaptığım seçimim en isabetli seçimdi. Çünkü bu derin kitabı
anlamak için derin bir tefekkür dünyasının içine adım atmış olmam gerekliydi.
Aksi halde ben de çoğu insan gibi “cehennem ateşi” ifadesi geçen ayetleri
okuyunca gözümün önüne cayır cayır yanan ateşler getirmekten ileriye gidemezdim.
Bana göre meal seçimim de isabetliydi, aksi halde dilimize doğru ve net
çevrilmemiş başka bir kitap çok hatalı düşünce zincirleri kurmama neden
olabilirdi.
Mustafa
SAĞ’ın “Evrensel Çağrı”sını diğer meallerden ayıran en önemli özellik Arapça
her bir kelimenin tamamen öz Türkçeye çevrilmiş olmasıdır. Diğer hiçbir meal
Sure isimlerini Türkçeye çevirmemiştir. Evrensel Çağrı örneğin “Ankebut”
Suresine “Dişi Örümcek” Suresi der, “Nahl” Suresine “Bal Arısı”, “Necm” suresine
“Yıldız” Suresi der ve her Sureyi Türkçe karşılıklarıyla ifade eder.
Diğer
bir ayırıcı özelliği de Kur’an Surelerini tamamen iniş sırasına göre sıralamış
olmasıdır. Diğer bütün mealler iniş sırasına göre değil, daha sonra düzenlenmiş
bir sıralamayla hazırlanmıştır. Eğer son peygamberin hayatını okumuş ve hangi
dönemlerde hangi Surelerin ne kadarlık bir zamanda indiğini biliyorsanız,
kutsal kitabın hangi ayetlerinin evrensel hükümleri kapsadığını, hangi
ayetlerininse dönemin koşullarına (örneğin savaş halindeyken inen ayetler gibi)
rehber olacak hükümler içerdiğini görebilirsiniz.
Çok
önemli ayırıcı özelliğinden birisi de Mustafa SAĞ’ın Arapça dilini elinden
geldiğince bilimsel ve nesnel yorumlamış olmasıdır. Arapça, tıpkı Fransızcanın
“le, la” Almancanın “der, die, das” önekleri gibi her maddeyi veya kavramı
dişil ve eril olarak ayırır (il, elle). Örneğin masa, kitap, sevinç, vs her bir
kavram ya dişidir, ya da erkek. Böylesi bir dilin çevrilmesinde diğer
çevirmenler sık sık dişi ve erkek ayrımını cinsiyet olarak sınırlayıp, anlamını
daraltma hatasına düşmüşlerdir. Örneğin Allah’ın zatını anlatan ayetler eril,
sıfatını anlatan ifadeler dişil olarak ifade edilmiştir. Ahret eril, dünya
dişildir. Ruh eril, nefis (ego) dişildir. Bu inceliği bilmeyen çevirmenlerin
ellerinden çıkan meallerde çok kolay bir şekilde erkekleri üstün (hatta onlara
hitabeden), kadınları ise dışlayan bir anlayışa kapılma yanılgısına
düşülebilir. Bu da toplum içinde kadının dışlanmasına ve geriye düşmesine neden
olur ki, günümüzde İslamiyet’in başına bilgisiz insanların getirdiği en büyük
kötülüklerden birisi budur. Son kutsal dinin yozlaşmasına, terörist dini olarak
anılmasına, gerici ve katı kurallarla sınırlanmasına şahit olmamızın tek nedeni
dini de, peygamberi de, kitabını da layıkıyla anlayamamış olmamızdır. Herkes
atasından, çevresinden (hatta günümüzde medya kirliliğinden) yalan yanlış
bilgilerle dini öğrenmiştir ama çok azımız bu bilgileri sorgulama yoluna
gitmiştir. Oysa bu hataya düşülmemesi için kutsal kitabın kendisi defalarca
insanları uyarmıştır. Çoğu ayette toplumların düşünmelerini salık verir.
Örneğin “Müminun” (İnananlar) Suresi 80. Ayette “Siz hiç aklınızı kullanmaz
mısınız?”, “Mümin” (İnanan) Suresi 58. Ayette “Kör ile gören bir olmaz… Ne
kadar az düşünüyorsunuz!” diye seslenir. Günümüzde düşünmeyen toplumların
üzerlerine pislik yağmaya devam etmektedir tıpkı Yunus Suresi 100. Ayette ifade
edildiği gibi.
Kur’an'da çok sık geçen Arapça “salat” kelimesi diğer meallerde Farsçadan dilimize
geçmiş olan “namaz kılmak” olarak çevrilmiştir, bu da her salat kelimesini
namaz kılma eylemi olarak algılamamıza neden olmaktadır. “Salat” kelimesinin geçtiği
her ayet yalnızca bedensel olarak kılınan namaz (bu arada hiçbir ayette namaz
kılma şekli tarif edilmemiştir) olarak yorumlanırsa, kitabın bize aktarmaya
çalıştığı evrensel kurtuluş yolunun üzerine karabasanı oturttuk demektir. Oysa
“salat” kelimesinin onlarca anlamı vardır. Fikir vermesi açısından bunlardan
bazılarını seçtim; ayağa kalkmak, çabalamak, gayretli olmak, inançlı olmak,
bağlantı kurmak, okumak, okutmak, affetmek, dua etmek, ululamak, vs. Mustafa
SAĞ kitabı çevirirken bu kelimenin geçtiği ayetlerde dip notlarla bizi uyarıyor
ve geniş açılı anlamlarıyla düşünüp yorumlamamızın önünü açıyor.
Kur’an
içeriği hakkında yorum yapacak değilim kuşkusuz. Bu konuda ihtisas yapmış
insanlar var muhakkak ama benim sizlere emin olarak önerebileceğim şey bu
kitabı alıp hayatınızda en az bir defa kendi hür akıl ve vicdanınızla
okumanızdır. Hatta ihtisas yapanlardan öğreneceklerinizden belki daha doğru ve
net bilgiler elde edersiniz kim bilir? Kitabı okurken “A’li İmran” (İmran
Ailesi) 7. Ayetteki uyarıyı dikkate almanızı öneririm. Ayet der ki; “Allah sana
bu Kuran’ı indirdi. Onun bazı ayetleri kesin anlamlıdır/ açık seçik herkes
tarafından kolaylıkla anlaşılır (mühkem) –ki bunlar kitabın anasıdır-. Diğer
bazıları da çok anlamlıdır (müteşabih). Çok anlamlıları bilgi sahibi olmayanlar
kavrayamaz. Kalpleri ve düşünceleri kötü niyetli olanlar insanları şaşırtmak ve
kafaları karıştırmak için, çok anlamlı olan kelimeleri bile bile yanlış
anlamlandırırlar. Hâlbuki onların uygun anlamlarını bir Allah, bir de “Ey Rabbimiz!
Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır” diyen, gönülden Allah’a bağlanmış,
derin bilgi ve bilince erişmiş aydınlar bilir. Bu inceliği akıl, bilim ve
düşünce sahiplerinden başkası kavrayamaz.”
Evet,
kesinlikle dinimizde insanlar birdir, eşittir. Fakat hassas bir fark vardır.
Tıpkı ayetin ifade ettiği gibi; “Kör ile gören bir olmaz!”
Zaman
uyanma zamanıdır.
Dem
bu demdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder