11 Ağustos 2015 Salı

EVRENSEL ÇAĞRI - Mustafa SAĞ


Uzun zamandır zihnimde okuduğum kitapları değerlendiriyordum. Geçmişimde de bugünümde de çok değerli kitaplar ellerimden geldi geçti. O değerli kitaplar zihnimde ve yüreğimde iz bıraktılar. Bana en derin izi bırakan kitabı seçmek istediğimde tartışmasız bir tek bir kitap zihnimde belirdi; “Kur’an-ı Kerim”. Bana göre bu son kutsal kitabı okuduğum zaman benim için en doğru zamandı (zaman zaman hala okuyorum ve bazı ayetleri tekrar tekrar düşünüyorum) ve çok sayıdaki mealler arasından yaptığım seçimim en isabetli seçimdi. Çünkü bu derin kitabı anlamak için derin bir tefekkür dünyasının içine adım atmış olmam gerekliydi. Aksi halde ben de çoğu insan gibi “cehennem ateşi” ifadesi geçen ayetleri okuyunca gözümün önüne cayır cayır yanan ateşler getirmekten ileriye gidemezdim. Bana göre meal seçimim de isabetliydi, aksi halde dilimize doğru ve net çevrilmemiş başka bir kitap çok hatalı düşünce zincirleri kurmama neden olabilirdi.

Mustafa SAĞ’ın “Evrensel Çağrı”sını diğer meallerden ayıran en önemli özellik Arapça her bir kelimenin tamamen öz Türkçeye çevrilmiş olmasıdır. Diğer hiçbir meal Sure isimlerini Türkçeye çevirmemiştir. Evrensel Çağrı örneğin “Ankebut” Suresine “Dişi Örümcek” Suresi der, “Nahl” Suresine “Bal Arısı”, “Necm” suresine “Yıldız” Suresi der ve her Sureyi Türkçe karşılıklarıyla ifade eder.

Diğer bir ayırıcı özelliği de Kur’an Surelerini tamamen iniş sırasına göre sıralamış olmasıdır. Diğer bütün mealler iniş sırasına göre değil, daha sonra düzenlenmiş bir sıralamayla hazırlanmıştır. Eğer son peygamberin hayatını okumuş ve hangi dönemlerde hangi Surelerin ne kadarlık bir zamanda indiğini biliyorsanız, kutsal kitabın hangi ayetlerinin evrensel hükümleri kapsadığını, hangi ayetlerininse dönemin koşullarına (örneğin savaş halindeyken inen ayetler gibi) rehber olacak hükümler içerdiğini görebilirsiniz.

Çok önemli ayırıcı özelliğinden birisi de Mustafa SAĞ’ın Arapça dilini elinden geldiğince bilimsel ve nesnel yorumlamış olmasıdır. Arapça, tıpkı Fransızcanın “le, la” Almancanın “der, die, das” önekleri gibi her maddeyi veya kavramı dişil ve eril olarak ayırır (il, elle). Örneğin masa, kitap, sevinç, vs her bir kavram ya dişidir, ya da erkek. Böylesi bir dilin çevrilmesinde diğer çevirmenler sık sık dişi ve erkek ayrımını cinsiyet olarak sınırlayıp, anlamını daraltma hatasına düşmüşlerdir. Örneğin Allah’ın zatını anlatan ayetler eril, sıfatını anlatan ifadeler dişil olarak ifade edilmiştir. Ahret eril, dünya dişildir. Ruh eril, nefis (ego) dişildir. Bu inceliği bilmeyen çevirmenlerin ellerinden çıkan meallerde çok kolay bir şekilde erkekleri üstün (hatta onlara hitabeden), kadınları ise dışlayan bir anlayışa kapılma yanılgısına düşülebilir. Bu da toplum içinde kadının dışlanmasına ve geriye düşmesine neden olur ki, günümüzde İslamiyet’in başına bilgisiz insanların getirdiği en büyük kötülüklerden birisi budur. Son kutsal dinin yozlaşmasına, terörist dini olarak anılmasına, gerici ve katı kurallarla sınırlanmasına şahit olmamızın tek nedeni dini de, peygamberi de, kitabını da layıkıyla anlayamamış olmamızdır. Herkes atasından, çevresinden (hatta günümüzde medya kirliliğinden) yalan yanlış bilgilerle dini öğrenmiştir ama çok azımız bu bilgileri sorgulama yoluna gitmiştir. Oysa bu hataya düşülmemesi için kutsal kitabın kendisi defalarca insanları uyarmıştır. Çoğu ayette toplumların düşünmelerini salık verir. Örneğin “Müminun” (İnananlar) Suresi 80. Ayette “Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?”, “Mümin” (İnanan) Suresi 58. Ayette “Kör ile gören bir olmaz… Ne kadar az düşünüyorsunuz!” diye seslenir. Günümüzde düşünmeyen toplumların üzerlerine pislik yağmaya devam etmektedir tıpkı Yunus Suresi 100. Ayette ifade edildiği gibi.

Kur’an'da çok sık geçen Arapça “salat” kelimesi diğer meallerde Farsçadan dilimize geçmiş olan “namaz kılmak” olarak çevrilmiştir, bu da her salat kelimesini namaz kılma eylemi olarak algılamamıza neden olmaktadır. “Salat” kelimesinin geçtiği her ayet yalnızca bedensel olarak kılınan namaz (bu arada hiçbir ayette namaz kılma şekli tarif edilmemiştir) olarak yorumlanırsa, kitabın bize aktarmaya çalıştığı evrensel kurtuluş yolunun üzerine karabasanı oturttuk demektir. Oysa “salat” kelimesinin onlarca anlamı vardır. Fikir vermesi açısından bunlardan bazılarını seçtim; ayağa kalkmak, çabalamak, gayretli olmak, inançlı olmak, bağlantı kurmak, okumak, okutmak, affetmek, dua etmek, ululamak, vs. Mustafa SAĞ kitabı çevirirken bu kelimenin geçtiği ayetlerde dip notlarla bizi uyarıyor ve geniş açılı anlamlarıyla düşünüp yorumlamamızın önünü açıyor.

Kur’an içeriği hakkında yorum yapacak değilim kuşkusuz. Bu konuda ihtisas yapmış insanlar var muhakkak ama benim sizlere emin olarak önerebileceğim şey bu kitabı alıp hayatınızda en az bir defa kendi hür akıl ve vicdanınızla okumanızdır. Hatta ihtisas yapanlardan öğreneceklerinizden belki daha doğru ve net bilgiler elde edersiniz kim bilir? Kitabı okurken “A’li İmran” (İmran Ailesi) 7. Ayetteki uyarıyı dikkate almanızı öneririm. Ayet der ki; “Allah sana bu Kuran’ı indirdi. Onun bazı ayetleri kesin anlamlıdır/ açık seçik herkes tarafından kolaylıkla anlaşılır (mühkem) –ki bunlar kitabın anasıdır-. Diğer bazıları da çok anlamlıdır (müteşabih). Çok anlamlıları bilgi sahibi olmayanlar kavrayamaz. Kalpleri ve düşünceleri kötü niyetli olanlar insanları şaşırtmak ve kafaları karıştırmak için, çok anlamlı olan kelimeleri bile bile yanlış anlamlandırırlar. Hâlbuki onların uygun anlamlarını bir Allah, bir de “Ey Rabbimiz! Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır” diyen, gönülden Allah’a bağlanmış, derin bilgi ve bilince erişmiş aydınlar bilir. Bu inceliği akıl, bilim ve düşünce sahiplerinden başkası kavrayamaz.”

Evet, kesinlikle dinimizde insanlar birdir, eşittir. Fakat hassas bir fark vardır. Tıpkı ayetin ifade ettiği gibi; “Kör ile gören bir olmaz!”

Zaman uyanma zamanıdır.


Dem bu demdir.