Not:
Hızlı bilgi için koyu renkli satırları okumanız yeterli ama siz yine de
tamamını okuyun canım zararı yok :)
Seyahat
tutkum çocukluğumdan beri vardı. Tıpkı annem ve anneannemdeki gibi. Bu tutku
belki de genetiktir bilemiyorum ama annem ve anneannemden daha şanslıydım çünkü
eskiden hostestim. Bunu duyanlar genelde sorarlar kaç ülke gördün diye. Nedense
her konuda daima skor merak edilir. Sayamayacağım kadar ülke gezip görme
fırsatım olmuştu. Şimdi bakıyorum da seyahatlerimin sayısı çok ama derinliği azmış.
Gözlemlerim çoğunlukla yüzeysel kalmış. Sonra araya evlilik, çocuk, yeni
meslekler vs. girince uzun yıllar yolculuğa çıkma fırsatım olamadı ama bu yeni
dönemde içsel yolculuğuma çıktım ki bu çok daha önemli bir yolculuk bana göre. Tasavvuf
ve yoga öğrendim. Kendimi ve yeteneklerimi keşfettim. İçsel yolculukta
derinleştikçe dünya üzerinde gezip gören gözler de daha derinlikli bakabiliyorlar
ve bunun sonu yok. Zamanı geriye alıp gezdiğim yer ve kültürleri bu gözlerle
göremeyeceğime göre, şimdi yeniden yollara düşeyim dedim ben de. Rüzgâr nereye savurursa ben oraya… Sene 2017 aylardan
Ocak, rüzgârın ilk savurduğu yer Zanzibar oldu.
Kışın
ekvator kuşağında cennet arayanlar için Endonezya adalarına alternatif olacak iyi
bir adres Zanzibar. Afrika kıtasının
doğusunda Tanzanya’ya bağlı özerk bir ada (bizim Kıbrıs gibi). Halkı Svahili dilini konuşuyor ve çoğu
İngilizce biliyor (Avrupalıların sömürdüğü diğer ülkelerdeki gibi). Giderseniz
mutlaka ezberleyeceğiniz cümleler şunlar; Hakuna matata (her şey yolunda),
jambo/mambo (merhaba), asante sana (çok teşekkürler). Halkının büyük çoğunluğu
Müslüman, hatta küçük kız çocukları bile başörtülüler ama tutucu değiller. Bunda
gelir kaynaklarının turizme dayalı olması, Araplaşmamış olmaları ve ada ülkesi
olmalarının payı çok büyük olsa gerek. Para
birimleri Tanzanya Şilini ve bulunduğum tarihte 2000 Şilin 1 USD’a ve 4 TL’ye
denk geliyor. Trafik İngiltere’deki
gibi sağdan akıyor ve prizleri de İngiltere’deki gibi üçlü ama ilave
aparata gerek yok çünkü üstteki kapaklı deliği çubukla veya anahtarla itince
bizim fişler alttaki deliklere oturuyor (hosteslik deneyimlerimden
faydalanıyorum). Adaya giriş vizesi 50
USD ve bu bedel havaalanında eğer pos makineleri bozulmamışsa kredi
kartıyla veya nakit dolar olarak tahsil ediliyor. Benim yanımda nakit yoktu ve
pos arızalıydı. ATM’den yüzde yedi komisyonla nakit çekerek ve döviz bürosunda tekrar
komisyonlu dolara çevirerek ödedim- epey zahmetli oldu. Ülkeye gelmeden önce halledilmesi gereken bir konu daha var ki o da aşı
ve aşı kartı. Zanzibar Afrika’da nispeten tehlike oranı düşük bir bölgede
olsa bile riske girmemek en iyisi. Aşı kartlarınız yoksa en yakın il sağlık
biriminden hem aşı olabiliyor hem de kartlarınızı temin edebiliyorsunuz (bu
hizmetler ücretsiz). Sarıhumma aşısı (ömür boyu koruma özelliği var) yapılıyor
ve sıtma tabletleri veriliyor. Sıtma tabletleri şöyle; seyahatten üç gün önce
ilk tablet ve sonra haftada bir tablet alarak (kaldığınız süreye bağlı olarak)
yaklaşık 6 hafta kullanıyorsunuz. Öyle sinsi bir hastalık ki, kuluçka süresi
uzun olduğundan bir yıl içinde herhangi bir anda rahatsızlık belirti
verebiliyor. Bir kabin memurunun sıtma teşhisi konulamadığı için öldüğü
haberini de göz önüne alırsak, kesinlikle ihmal edilmemeli bence. Ama siz benim
gibi haftada bir alacağınız tableti üç gün üst üste alma gafletinde bulunmayın;
fena kafa yapıyor, kulakta uğultu ve baş dönmesi de ekstraları. Duruma
uyandığımda uçuşa bir saatim kalmıştı. Telefonla danıştığım havalimanı hekimi seyahati
iptal etmemi, kalp ritmimin bozulmasına ve nevrotik sıkıntılara neden
olabileceğini söyleyip böbreklerimden ilacın atılması için tedavi görmemi
önerdi. Teşekkür edip, beyaz önlüklü tanıdığım ne kadar insan varsa arayıp,
görüşmeleri zihnimde harmanlayıp, tüm bunlar yaşanmamış gibi sessizce uçaktaki
koltuğumda yerimi aldım. İşin ilginç yanı kızıma bir şey olmadı. Ona da olsaydı
büyük ihtimalle seyahatten vazgeçerdim. Bir gün sonra şikâyetlerim kayboldu. Belki
de Zanzibar’ın muhteşem atmosferi beni bir anda iyileştirdi.

Zanzibar’a
dünyanın her yerinden turist geliyor. Örneğin adada katıldığım iki turda turist
numunesi olarak Bangladeş, İskoçya, Almanya, Brezilya, İtalya, Fransa, İsveç’den
gelen insanlar gördüm. Ufacık bir tekneye sığan bizler dünya barışının reklam
afişi gibiydik. Dünyanın neresine giderseniz gidin Japon ve Türk eksik olmaz
mantık önermesini Zanzibar’da da test ettim. Adaya yerleşmiş üç Türk’le
tanıştım. Daha doğrusu onlar ben ve benimle seyahat eden kızımı ve arkadaşımı kalabalıklar
içinden “şak” diye bulup çıkardılar. Birisi Kendwa’da (adanın en kuzeyi) su
sporları malzemesi pazarlayan bir işletme sahibiydi. Diğer ikisi başkent
Stonetown’da yaşıyorlardı. Birisi ülkemizde tekstilciymiş ve krizde ilk
gümleyen sektörümüz tekstil olunca gelip Stonetown’a yerleşip restoran
işletmeye başlamış. Yolunuz düşerse menüsü
İtalyan işletmecisi Türk bu restoranın adı “Amoremio”. Diğeri de Feto okullarından
birinde çalışıyormuş (ülkemize dönmesi zor görünüyor).
Efendim
gelelim Zanzibar’ın doğasına. Anlatılmaz yaşanır demek istiyorum. Egzotik kelimesi aklınıza ne getiriyorsa
hepsi ve hatta fazlası mevcut. Tropik meyvelerin çoğunu hostesken görmüşlüğüm
tatmışlığım vardı ama bilmediğim başka meyve ve bitkiler de vardı burada. Kozmetikte, sağlıkta kullanılan pek çok bitkiyi
katılacağınız yarım günlük bir baharat turunda yerinde görüp tatma imkânınız
oluyor. Ananas, hindistan cevizi, mango, avokado, papaya, rambutan, jak meyvesi, yıldız meyvesi,
Zanzibar elması, vanilya, zencefil, tarçın, ruj bitkisi, muskat, limon otu, karanfil,
kına aklıma gelenler. Kişisel merakım nedeniyle çantama cebime bulduğum her
tohumu çekirdeği tıkıştırdım. Benim bahçemde tutar mı bilmiyorum ama ya tutarsa?
(what if it happens? Cem Yılmaz’a selam olsun)… Bana özellikle ruj bitkisi çok
ilginç geldi. Bir ağaç düşünün ki meyvesini toplayıp makyaj yapabiliyorsunuz. Bizdeki
altın çilek gibi bir dış kabuğu var. İçinde narçiçeğinden kırmızıya tonlar
içeren ruj topları olan uzaylı bir bitki bu. Katıldığım baharat turunda
erkekler dâhil hepimiz objektifler karşısında kıpkırmızı dudaklarla sırıtarak
pozlar verdik. Turun sonunda yöresel vejeteryan yemeklerini yeme fırsatı
bulduk. Yer sofrasında köy ekmeğiyle servis edilen yemek bizim damak zevkimize
hiç de uzak değildi. Zencefili bol bol kullanıyorlar. Hindistancevizi
çorbalarına bile girmiş. Eğer denk gelirseniz hindistancevizli balkabaklı
çorbalarını denemenizi tavsiye ederim.

Konaklamak için ilk durağımız
Kendwa’ydı. Adanın en güzel sahili burada diyebilirim. Bunun
bir nedeni denizde gelgit seviyesinin en az hissedildiği yer oluşu. Başka
sahillerde deniz metrelerce geriye çekilebiliyor ama Kendwa en kuzeyde olduğu
için bu mesafe çok daha az. Ada kumsalı çamaşır suyuyla yıkanmış gibi beyaz.
Denizi ılık ve değişken… Öyle değişken ki gün içinde sanki bir ressam an be an
maviden yeşile fırça darbeleriyle denizle oynuyor. Sadece denizi seyrederek
bile tüm günü geçirebilirsiniz. Şimdiye kadar yoga yaptığım en güzel yerdi
burası. Özellikle çocuklu aileler için söylemeliyim, denizde denizkestanesi olabiliyor, dikkat edilmesi gerek. Çocuklar
için deniz ayakkabıları işe yarayabilir. Fakat ola ki ayağınıza batarsa hemen
ağacından papaya koparıp sürerseniz sorun çözülüyor (deneyimle sabit). Dört
gece konakladığımız Sunset Kendwa Beach Hotel denize oldukça yakın, temiz ve
güzel bir oteldi. Bungalov odada kaldık. Diğer yapılar gibi bizimkinin de
çatısı sazlardan ve muz yapraklarından yapılmıştı. Afrikalılar tıpkı kendi saçlarını ördükleri gibi muz yapraklarını,
kökleri, lifleri örüp çantadan halıya, çatıdan küpeye pek çok şey yaratıyorlar.
O çatılarla yapılar öyle şirin görünüyorlar ki, kendinizi bir masalın
içinde gibi hissediyorsunuz… Bir de şu cibinlikli yatakları yok mu insanı iyice
havaya sokuyor. Karasinek hiç görmedim. Sivrisinek var ama az ve ısırdığı yeri
yırtarcasına kaşıma hissi vermeyen cinsten. Yerde açık duran bavulumun içine gece
sinsice yumurtalarını bırakan ama cismini hiç görmediğim böcek dışında başka
bir böcek vukuatımız olmadı (yumurtaları ayıklamak çok zahmetliydi). Kahvaltı kültürü
dünyanın hiçbir yerinde bizimkinin yakınından geçmediği için beklentinizi hiçbir
ülkede yüksek tutmamalısınız. Yine de bu bölgede egzotik meyve suları, keteye
benzer hamur işleri, yumurta, tereyağ, reçel bulmak mümkün (daha ne olsun?).


Deniz, güneş, kum güzel tabi de memleketin
kültürel dokusunu hissetmek için gelelim Freddie Mercury’nin doğduğu, daracık
sokakların sürprizler sakladığı, dantel gibi işlenmiş ahşap kapıların şehri
Stonetown’a… Hediyelik alışveriş işlerini halletmek, doya doya fotoğraf çekmek
için sokakalarında kaybolmaktan keyif alacağınız bir şehir burası.
Fotoğraf demişken dikkate alınması gereken bir konu var. Halkın küçük bir
azınlığı inançları gereği fotoğraf çektirmek istemiyor. Kesin bilgi olmamakla
birlikte duyduğum kadarıyla bunun nedeni ruhlarının kilitlendiğine inanmaları. İstemiyorlarsa
kanımca saygı duyup ısrarcı olmamak lazım. Stonetown’da her şey sanki
seksenlerden kalma gibi. Örneğin plastik poşet yerine kesekâğıdı kullanıyorlar.
Binalar ve içindeki eşyalar beni çocukluk yıllarıma götürüyor. Balık, et ve
sebze halini gezerken geçmişte geziyor gibi hissediyorum.
Yeryüzünde
gün batımının şiirsel olmadığı yer yok gibidir. Fakat Zanzibar’da gün batımında
sahilde umarsızca top oynayan kalabalığın coşkusuna şahit olmak, aynı anda bez
yelkenli ahşap teknelerinde balıkçıların dönüşünü seyretmek, havanın yumuşak
ılıklığını hissetmek, gittikçe pembe kızıla dönen güneşin turkuazla buluşmasını
izlemek unutamayacağım bir keyifti benim için. Hani hayatta yaşadığınızı
iliklerinizde hissettiğiniz, yaşama coşkusunun hücrelerinize nüfuz ettiği anlar
vardır ya, işte onlardan birisiydi.
Zanzibar
damağımda ve dimağımda egzotik aromalı tat ve kokularını bıraktı… Uzun zaman
geçmesini istemediğim türden.