5 Şubat 2017 Pazar

TANZANYA’NIN CENNET ADASI ZANZİBAR


Not: Hızlı bilgi için koyu renkli satırları okumanız yeterli ama siz yine de tamamını okuyun canım zararı yok :)

Seyahat tutkum çocukluğumdan beri vardı. Tıpkı annem ve anneannemdeki gibi. Bu tutku belki de genetiktir bilemiyorum ama annem ve anneannemden daha şanslıydım çünkü eskiden hostestim. Bunu duyanlar genelde sorarlar kaç ülke gördün diye. Nedense her konuda daima skor merak edilir. Sayamayacağım kadar ülke gezip görme fırsatım olmuştu. Şimdi bakıyorum da seyahatlerimin sayısı çok ama derinliği azmış. Gözlemlerim çoğunlukla yüzeysel kalmış. Sonra araya evlilik, çocuk, yeni meslekler vs. girince uzun yıllar yolculuğa çıkma fırsatım olamadı ama bu yeni dönemde içsel yolculuğuma çıktım ki bu çok daha önemli bir yolculuk bana göre. Tasavvuf ve yoga öğrendim. Kendimi ve yeteneklerimi keşfettim. İçsel yolculukta derinleştikçe dünya üzerinde gezip gören gözler de daha derinlikli bakabiliyorlar ve bunun sonu yok. Zamanı geriye alıp gezdiğim yer ve kültürleri bu gözlerle göremeyeceğime göre, şimdi yeniden yollara düşeyim dedim ben de.  Rüzgâr nereye savurursa ben oraya… Sene 2017 aylardan Ocak, rüzgârın ilk savurduğu yer Zanzibar oldu.

Kışın ekvator kuşağında cennet arayanlar için Endonezya adalarına alternatif olacak iyi bir adres Zanzibar. Afrika kıtasının doğusunda Tanzanya’ya bağlı özerk bir ada (bizim Kıbrıs gibi). Halkı Svahili dilini konuşuyor ve çoğu İngilizce biliyor (Avrupalıların sömürdüğü diğer ülkelerdeki gibi). Giderseniz mutlaka ezberleyeceğiniz cümleler şunlar; Hakuna matata (her şey yolunda), jambo/mambo (merhaba), asante sana (çok teşekkürler). Halkının büyük çoğunluğu Müslüman, hatta küçük kız çocukları bile başörtülüler ama tutucu değiller. Bunda gelir kaynaklarının turizme dayalı olması, Araplaşmamış olmaları ve ada ülkesi olmalarının payı çok büyük olsa gerek. Para birimleri Tanzanya Şilini ve bulunduğum tarihte 2000 Şilin 1 USD’a ve 4 TL’ye denk geliyor. Trafik İngiltere’deki gibi sağdan akıyor ve prizleri de İngiltere’deki gibi üçlü ama ilave aparata gerek yok çünkü üstteki kapaklı deliği çubukla veya anahtarla itince bizim fişler alttaki deliklere oturuyor (hosteslik deneyimlerimden faydalanıyorum). Adaya giriş vizesi 50 USD ve bu bedel havaalanında eğer pos makineleri bozulmamışsa kredi kartıyla veya nakit dolar olarak tahsil ediliyor. Benim yanımda nakit yoktu ve pos arızalıydı. ATM’den yüzde yedi komisyonla nakit çekerek ve döviz bürosunda tekrar komisyonlu dolara çevirerek ödedim- epey zahmetli oldu. Ülkeye gelmeden önce halledilmesi gereken bir konu daha var ki o da aşı ve aşı kartı. Zanzibar Afrika’da nispeten tehlike oranı düşük bir bölgede olsa bile riske girmemek en iyisi. Aşı kartlarınız yoksa en yakın il sağlık biriminden hem aşı olabiliyor hem de kartlarınızı temin edebiliyorsunuz (bu hizmetler ücretsiz). Sarıhumma aşısı (ömür boyu koruma özelliği var) yapılıyor ve sıtma tabletleri veriliyor. Sıtma tabletleri şöyle; seyahatten üç gün önce ilk tablet ve sonra haftada bir tablet alarak (kaldığınız süreye bağlı olarak) yaklaşık 6 hafta kullanıyorsunuz. Öyle sinsi bir hastalık ki, kuluçka süresi uzun olduğundan bir yıl içinde herhangi bir anda rahatsızlık belirti verebiliyor. Bir kabin memurunun sıtma teşhisi konulamadığı için öldüğü haberini de göz önüne alırsak, kesinlikle ihmal edilmemeli bence. Ama siz benim gibi haftada bir alacağınız tableti üç gün üst üste alma gafletinde bulunmayın; fena kafa yapıyor, kulakta uğultu ve baş dönmesi de ekstraları. Duruma uyandığımda uçuşa bir saatim kalmıştı. Telefonla danıştığım havalimanı hekimi seyahati iptal etmemi, kalp ritmimin bozulmasına ve nevrotik sıkıntılara neden olabileceğini söyleyip böbreklerimden ilacın atılması için tedavi görmemi önerdi. Teşekkür edip, beyaz önlüklü tanıdığım ne kadar insan varsa arayıp, görüşmeleri zihnimde harmanlayıp, tüm bunlar yaşanmamış gibi sessizce uçaktaki koltuğumda yerimi aldım. İşin ilginç yanı kızıma bir şey olmadı. Ona da olsaydı büyük ihtimalle seyahatten vazgeçerdim. Bir gün sonra şikâyetlerim kayboldu. Belki de Zanzibar’ın muhteşem atmosferi beni bir anda iyileştirdi.


Zanzibar’a dünyanın her yerinden turist geliyor. Örneğin adada katıldığım iki turda turist numunesi olarak Bangladeş, İskoçya, Almanya, Brezilya, İtalya, Fransa, İsveç’den gelen insanlar gördüm. Ufacık bir tekneye sığan bizler dünya barışının reklam afişi gibiydik. Dünyanın neresine giderseniz gidin Japon ve Türk eksik olmaz mantık önermesini Zanzibar’da da test ettim. Adaya yerleşmiş üç Türk’le tanıştım. Daha doğrusu onlar ben ve benimle seyahat eden kızımı ve arkadaşımı kalabalıklar içinden “şak” diye bulup çıkardılar. Birisi Kendwa’da (adanın en kuzeyi) su sporları malzemesi pazarlayan bir işletme sahibiydi. Diğer ikisi başkent Stonetown’da yaşıyorlardı. Birisi ülkemizde tekstilciymiş ve krizde ilk gümleyen sektörümüz tekstil olunca gelip Stonetown’a yerleşip restoran işletmeye başlamış. Yolunuz düşerse menüsü İtalyan işletmecisi Türk bu restoranın adı “Amoremio”. Diğeri de Feto okullarından birinde çalışıyormuş (ülkemize dönmesi zor görünüyor).





Efendim gelelim Zanzibar’ın doğasına. Anlatılmaz yaşanır demek istiyorum. Egzotik kelimesi aklınıza ne getiriyorsa hepsi ve hatta fazlası mevcut. Tropik meyvelerin çoğunu hostesken görmüşlüğüm tatmışlığım vardı ama bilmediğim başka meyve ve bitkiler de vardı burada. Kozmetikte, sağlıkta kullanılan pek çok bitkiyi katılacağınız yarım günlük bir baharat turunda yerinde görüp tatma imkânınız oluyor. Ananas, hindistan cevizi, mango, avokado,  papaya, rambutan, jak meyvesi, yıldız meyvesi, Zanzibar elması, vanilya, zencefil, tarçın, ruj bitkisi, muskat, limon otu, karanfil, kına aklıma gelenler. Kişisel merakım nedeniyle çantama cebime bulduğum her tohumu çekirdeği tıkıştırdım. Benim bahçemde tutar mı bilmiyorum ama ya tutarsa? (what if it happens? Cem Yılmaz’a selam olsun)… Bana özellikle ruj bitkisi çok ilginç geldi. Bir ağaç düşünün ki meyvesini toplayıp makyaj yapabiliyorsunuz. Bizdeki altın çilek gibi bir dış kabuğu var. İçinde narçiçeğinden kırmızıya tonlar içeren ruj topları olan uzaylı bir bitki bu. Katıldığım baharat turunda erkekler dâhil hepimiz objektifler karşısında kıpkırmızı dudaklarla sırıtarak pozlar verdik. Turun sonunda yöresel vejeteryan yemeklerini yeme fırsatı bulduk. Yer sofrasında köy ekmeğiyle servis edilen yemek bizim damak zevkimize hiç de uzak değildi. Zencefili bol bol kullanıyorlar. Hindistancevizi çorbalarına bile girmiş. Eğer denk gelirseniz hindistancevizli balkabaklı çorbalarını denemenizi tavsiye ederim.





Konaklamak için ilk durağımız Kendwa’ydı. Adanın en güzel sahili burada diyebilirim. Bunun bir nedeni denizde gelgit seviyesinin en az hissedildiği yer oluşu. Başka sahillerde deniz metrelerce geriye çekilebiliyor ama Kendwa en kuzeyde olduğu için bu mesafe çok daha az. Ada kumsalı çamaşır suyuyla yıkanmış gibi beyaz. Denizi ılık ve değişken… Öyle değişken ki gün içinde sanki bir ressam an be an maviden yeşile fırça darbeleriyle denizle oynuyor. Sadece denizi seyrederek bile tüm günü geçirebilirsiniz. Şimdiye kadar yoga yaptığım en güzel yerdi burası. Özellikle çocuklu aileler için söylemeliyim, denizde denizkestanesi olabiliyor, dikkat edilmesi gerek. Çocuklar için deniz ayakkabıları işe yarayabilir. Fakat ola ki ayağınıza batarsa hemen ağacından papaya koparıp sürerseniz sorun çözülüyor (deneyimle sabit). Dört gece konakladığımız Sunset Kendwa Beach Hotel denize oldukça yakın, temiz ve güzel bir oteldi. Bungalov odada kaldık. Diğer yapılar gibi bizimkinin de çatısı sazlardan ve muz yapraklarından yapılmıştı. Afrikalılar tıpkı kendi saçlarını ördükleri gibi muz yapraklarını, kökleri, lifleri örüp çantadan halıya, çatıdan küpeye pek çok şey yaratıyorlar. O çatılarla yapılar öyle şirin görünüyorlar ki, kendinizi bir masalın içinde gibi hissediyorsunuz… Bir de şu cibinlikli yatakları yok mu insanı iyice havaya sokuyor. Karasinek hiç görmedim. Sivrisinek var ama az ve ısırdığı yeri yırtarcasına kaşıma hissi vermeyen cinsten. Yerde açık duran bavulumun içine gece sinsice yumurtalarını bırakan ama cismini hiç görmediğim böcek dışında başka bir böcek vukuatımız olmadı (yumurtaları ayıklamak çok zahmetliydi). Kahvaltı kültürü dünyanın hiçbir yerinde bizimkinin yakınından geçmediği için beklentinizi hiçbir ülkede yüksek tutmamalısınız. Yine de bu bölgede egzotik meyve suları, keteye benzer hamur işleri, yumurta, tereyağ, reçel bulmak mümkün (daha ne olsun?).





Kendwa’da geceliği iki kişi ve bir çocuk aynı odada kalmak suretiyle 40 USD ödedik. Beşinci gün Stonetown’a geçtik. Orada ilk kaldığımız Zanzibar Hotel’e aynı kadro gecelik 85, diğer otele (Rumaisa Hotel) 50 USD ödedik. Zanzibar’da otel fiyatları gecelik kişi başı 20 USD’dan başlıyor. Taksi ve otel fiyatları daima pazarlığa açık, bu unutulmamalı. Havaalanından Kendwa’ya 65 USD fiyat verdiler ama pazarlıkla 40 USD’a işi bitirdik. Dönüşte ise artık tanıdık bir şoförümüz vardı –ismi Haydari (rakıyla iyi gidersin dedim anlamadı). Kendwa’dan Stonetown’a geçerken Haydari taksi ücreti olarak biz ne uygun gördüysek onu kabul etti (30USD). Ne istediysek yaptı. Yoldaki köy pazarlarında durup bize meyve aldı. Stanetown’daki ikinci otelimizi o ayarladı. Hayran kaldığım “christmass tree” dedikleri kıpkırmızı çiçekli, kına gecesi gelini gibi süslü bir ağaç var. Sağ olsun Haydari tohumlarını benim için buldu ayıkladı. Benim için geriye ekip büyütmek kaldı (what if it happens?). Haydari’yi biz de üzmedik tabi, hakkını teslim etmeye çalıştık. Telefonunu oraya gitmek isteyenler için saklıyorum. Yeri gelmişken söylemeliyim ki, istisnalar kaideyi bozmamakla birlikte Zanzibar insanı yardımsever, ahlakı yüksek, temiz ve medeni. Sözlerini tutuyorlar, ellerinden yenir, söylediklerine güvenilir. Her turistik yerde olduğu gibi iki katına şişirilmiş fiyatlar için yapılması gereken pazarlığı ayrı tutuyorum. İki kadın bir kız çocuğu olarak kendimizi hiç rahatsız hissetmedik. Ne takside, ne pazarda ne de sahilde. Kültürlerini hayranı olduğum Anadolu insanımın kültürüne benzettim. Yöresel yemekleri de öyle. Afrika’ya boşuna “motherland” (anavatan) denmiyor. Biraz Pers etkisi, biraz Arap etkisi, biraz Alman, biraz İngiliz etkisinin izlerini detaylarda görseniz de köklü bir kültürlerinin olduğunu da görebiliyorsunuz. Kadife gibi ruhları var ve o ruhu dokudukları kumaşta, işledikleri ahşapta, ördükleri sepette hissediyorsunuz. Sinirlendiklerini hiç görmedim. Koşul ne olursa olsun hep sakinler ve “hakuna matata” (hallederiz, her şey yolunda) modundalar. Yolda sekiz ayrı yerde çeviren trafik polisine de (şaka değil), hatalı sollayan (ters trafik için sağlayan mı demeliydim) motosiklete de “hakuna matata !”

Baharat turundan başka katılmanızı tavsiye edeceğim bir tur daha var. Aynı gün içinde küçük tekneyle okyanusa açılıp yunus kafilesiyle birlikte yüzme şansını yakalıyorsunuz, devamında ulusal parka gidip ormandaki endemik ağaçları, doğal ortamında maymunları görme şansınız oluyor. Sualtı çekimi yapmaktan hoşlananlar için yunusların yanı sıra şu bildiğimiz renkli akvaryum balıklarıyla birlikte yüzme şansınızın olduğu bir tur daha var. Zaten diyebilirim ki fotoğraf konusunda Zanzibar kadar bonkör mekâna az rastlanır.

Deniz, güneş, kum güzel tabi de memleketin kültürel dokusunu hissetmek için gelelim Freddie Mercury’nin doğduğu, daracık sokakların sürprizler sakladığı, dantel gibi işlenmiş ahşap kapıların şehri Stonetown’a… Hediyelik alışveriş işlerini halletmek, doya doya fotoğraf çekmek için sokakalarında kaybolmaktan keyif alacağınız bir şehir burası. Fotoğraf demişken dikkate alınması gereken bir konu var. Halkın küçük bir azınlığı inançları gereği fotoğraf çektirmek istemiyor. Kesin bilgi olmamakla birlikte duyduğum kadarıyla bunun nedeni ruhlarının kilitlendiğine inanmaları. İstemiyorlarsa kanımca saygı duyup ısrarcı olmamak lazım. Stonetown’da her şey sanki seksenlerden kalma gibi. Örneğin plastik poşet yerine kesekâğıdı kullanıyorlar. Binalar ve içindeki eşyalar beni çocukluk yıllarıma götürüyor. Balık, et ve sebze halini gezerken geçmişte geziyor gibi hissediyorum.

Yeryüzünde gün batımının şiirsel olmadığı yer yok gibidir. Fakat Zanzibar’da gün batımında sahilde umarsızca top oynayan kalabalığın coşkusuna şahit olmak, aynı anda bez yelkenli ahşap teknelerinde balıkçıların dönüşünü seyretmek, havanın yumuşak ılıklığını hissetmek, gittikçe pembe kızıla dönen güneşin turkuazla buluşmasını izlemek unutamayacağım bir keyifti benim için. Hani hayatta yaşadığınızı iliklerinizde hissettiğiniz, yaşama coşkusunun hücrelerinize nüfuz ettiği anlar vardır ya, işte onlardan birisiydi.


Zanzibar damağımda ve dimağımda egzotik aromalı tat ve kokularını bıraktı… Uzun zaman geçmesini istemediğim türden.